8 Ağustos 2012 Çarşamba

Oğlumun Marmara cumhuriyeti...



      Yaz demek tatil demek, tatil demek deniz, kum, havuz demek ve bunların hepsi eşittir;                   -Anneeeee bak nereden atlıyorum.
-Anneeeee karnım ağrıyor.
-Anneeeee abim beni itti.
-Anneeeee kulağıma su kaçtı.
-Anneeeee düştüm.
-Anneeeee bir tane daha dondurma nooolur.
-Anneeeee boğazım acıyooooo.
-Uykum yok, çişim yok, acıkmadım, BeyBlade'lerim yok....

     Bu liste uzar gider, tatil yollarının kilometreleri yanında sıfır kalır. Bütün sene yaz tatilini bekleyen çocukların farkında olmadan kurulan zemberekleri, Haziran ortası gibi birden (güneşin hareketleriyle bir bağlantısı olduğunu sanıyorum) tam hızla boşalmaya başlıyor. Ben bu boşalma sürecinin başını Marmara Adası’nda başlatıyorum. Boğulma riski olmayan çocuklar için ada muhteşem. İçinden araba geçmeyen yollara, yüzyıllık ağaçların gölgesine, gerçekten temiz sahillere, gerçek mandıralarda, gerçek meyvelerden yapılmış dondurmalara, en tazesinden deniz ürünlerine sahip bir yer, benim için yeter de artar bile. Adanın sükuneti, yoldan gelip geçene aldırmayan yan gelip yatan kedi ve cins cins köpeklerden bile anlaşılıyor.
       Oğlum için de adanın yeri bir başka. Başına hiçbir şey gelme ihtimali olmayan bir yerde, özgür bir cumhuriyet kurabiliyor kendine. Bu cumhuriyet; her gün kovayla zargana yakalamasını sağladığı, akşamları balık tutmasına imkan verdiği, yunusları ona yakından gösterdiği ve günde 3 kere yiyebileceği dondurmaları verdiği için, en güzel yer.
        Bana gelince, oğlumun mutlu olduğu her yerde mutlu olurum. Anne dediğin ne bekler ki? Öncelikle çocuğum mutlu olsun, yoksa ben hiçbir şey beklemiyorum. Tabi tarak ve ıstakozları, denizin ortasındaki doğal klimayı, karadut dondurmasını, mermer ocaklarından dolayı hiç olmayan rutubeti, adaçayını, mis gibi dağ kekiklerini, buz gibi koruk suyunu ve balıkları, denizi, kumu, bütün bir günü şort tshirt geçirdiğimi saymazsak.
       Sanırım annelik de böyle bir şey...