29 Kasım 2011 Salı

Küçük bir kağıt...


Vermek gerekiyorsa illa bu hayatta,
tamiri mümkün zararlar verelim birbirimize.
Sallanan yerimize küçük bir kağıt sıkıştırırım ben.
Aramızdaki tek şeytani şey, batan tırnağım olsun.
Yorgun argın ayrılalım birbirimizden razıyım,
yeter ki yorgun dargın olmasın birbirimizden gidişimiz.

19 Kasım 2011 Cumartesi

Bilinmezlik, ayrı bir güzellik veriyor sana...


      Bilmediği güzel geliyor insana.
      Hiç görmediği şehirlerde yaşamayı hayal eder insanlar, uykunun çıkmaz bir sokakta, arkasına bile bakmadan kaçıp gittiği gecelerde. Yaşanmışlıkları olan ne güzel yerlere sahiptir oysa ki insanlar, bilmeyenlerin hep gitmek istediği ama görenlerin görmüş olmanın rehavetinden, hak ettiği değeri hiç vermedikleri güzel yerler.                
     "Ne hayat be!" dersin ya, gazetede gördüğün o anlık donmuş bir hayat karesine. Nasıl olduğunu bilmediğin bir hayatın içine taşsız, çukursuz kaldırım kenarından yol bulmuş akan su gibi akmak istersin. Bilmediği hayatlar da bazen güzel gelir ya insana, yalnızca okuduğundan, anlatılandan ibaret bildiklerini bildiğimiz, bilmediklerimizden hiç haberdar olamayacağımız hayatlara özeniriz, o hayatlar bize verilse aynısını yaşayacağımıza inanarak. Kurumuş, kıvrılmış küçük bir kayık olmuş çınar yaprağının, kaldırım kenarında yağmuru beklemesi gibi bekleyen insanlar var sahip olduğumuz ama hoşnut kalamadığımız hayatının paraleline akmayı bekleyen, bizimle aynı yanılgıya sahip olan.
        Tek ders: "Yaşaman lazım."
       Akşam çiseleyen yağmur altında köpek gezdirdiğim bir gecede,  yanan ev ışıklarına bakıp o evlere ait birer hayat hikayesi yazarken aniden durdum. Bir kadın Fransızca şarkı söylüyordu boğazını titreterek. Duyunca, hani hiç beklemediğin bir anda eski sevgilinle karşılaştığın ve onu ne kadar özlediğini anladığın bir an vardır ya. İşte o an yaşandı, o gece, o saniye. Şarkıyı dinledik kısa bir an yağmur, köpek ve ben. Sokak kapısının eşiğindeki kedi bir de. Sanırım o dinliyor gibi yapıyordu. Köpeğinde hoşnut olduğuna dair en ufak bir emare yoktu. Kısa bir sure kalakaldım, ya da bir çırpıda geçen uzun bir zamandı. Sevgilimden, üzerimde hala kokusu kalacak kadar yeni ayrılmışım duygusuna kapıldığım o an, bir hüzün geldi yanıma, bir de derin bir iç çekme... Tek bir kelimesini bile anlamadığım şarkı sayesinde büyülü, buruk, hazin bir aşk acısı çektim kahramanı bile olmayan. Özledim, kimi ve neyi özlediğinden habersiz.
       Kedi sıkılmış olacak ki ani bir fırlama ile bizi terk etti. Köpek huzursuzlandı, ben de mecburen acımı kalbime gömüp yola devam etmem gerektiğini hatırladım. Demek böyle bir şeymiş.
       Görmediğin yeri sevmek, tanımadığın bir hayata özenmek.  Anlamadığımı  çabuk, nedensiz seviyorum. Bilmediğim için seviyorum. Böylece sevmek için anlamaya gerek bile kalmıyor.
       Asıl anladığında bitiyor belki de.
       Hayatımdaki en tıkanık boruya tazyikli su verdim o anda.

18 Kasım 2011 Cuma

Şiişt...


Adını unuttuğun birine,
Yanlış yerde yanlış ad söyleyene,
Adı anılmayacak olandan bahsedene.


Fazla basılan gaza,
Fazla bağıran cocuğa,
Fazla bakılan masaya.


Çok ağlayana,
Çok gülene,
Çok sinirlenene.


Uzaktan gördüğün tanıdık yüze,
Uzaktan kesene,
Uzakta is çevirene.


Çaktırmadan patiyi uzatana,
Çaktırmadan burnu çöpe uzanana,
Çaktırmadan kapı dinleyene.

Patron arkasından,
Eş arkasından,
Öğretmenin arkasından yanlış zamanda konuşana.


Bir şiişt, bir de anne bakışı iceberg gibidir.
Görünen ve duyulan anlamının haricinde, altında daha neler yattığını hala çözemedik...

3 Kasım 2011 Perşembe

AŞK İNCE BİR HASTALIK


      Bir açılacağına emin olduğum kapıları, bir de hiç açılmasını istemediğim kapıları kolayca kapadım ben.
      Diğerlerinde hep tokmakta kaldı elim,
      küçükken buza yapışan dilim misali.
      Kimi hiç açılamadı ardına kadar.
      Kapatamadıklarım için de rüzgarı bekledim, hızla çarpsın istedim. 
      Belki de kuranderde kalmamdandır, aşk gibi ince hastalığa bu kadar kolay tutulma sebebim.