9 Ağustos 2011 Salı

Sağım solum acı, saklanmayan ölü...

     

        Ne zaman bir gazete okusam, ne zaman bir haber seyretsem, çıkarıp kafamı  hayata baksam hep bir yerimiz kanıyor. İnsanlar ölüyor açlıktan, eziyetten, terörden, töreden. Öyle dalmışız ki aşka, meşke, hayatın çözümünü 121 tane maddeye sığdırmaya, artık ne olursa olsun  fark edemiyoruz ne dünyayı ne de artık dönmediğini.
       Kimsenin kendi olmadığı zamanlar bu zamanlar. Hep yaşadığın hayatı savunma derdi. Hep bir açıklama derdi. Kimsenin hiç bir konuda bilgi sahibi olmadığı ama her konuda fikir sahibi olduğu zamanlar bu zamanlar. Hayattan anladıklarımızı anlatma gereği, aşkın nasıl olması gerektiğini anlatma, 10 derste kadın tavlayıp, 5 maddede adam şutlama derdi. Hep yaşadıklarımızı haklı çıkarma derdi. Seçimlerimizin başkası tarafından sindirilip takdir edilmesi, kendi içimizdeki hazmı kolaylaştırıyor belki de. Yoksa neden bu kadar savunulası hayatlarımız var...
      Sağımız solumuz kan revan içindeyken hala kendi derdimizdeyiz. Çok kızgınım ama kendime. Parmak kadar balıkları satan adama kızamadığım için, ''Ben almasam başkası alacak zaten'' bahanesinin arkasına saklandığım için. Sokakta karısına avaz avaz bağıran adamın önüne dikilemediğim için. Ve 3 gün sonra kahve masasında mangalda kül bırakmayacağımı bile bile, belki sabah çıkamadığını düşündüğüm halde. Kırgınım çok, ama herkese. Ne vakit böyle olduk, ne vakit hayat bu kadar yara oldu... Herkes bir özgürlük düşünde daha kendi sınırlarına bile malik değilken. Ne kadar yarım kaldık daha tam kendimiz bile olamamışken...
      Kimsenin kendi gibi olmadığı zamanlardayız. Hiç birimiz dışarıdan bakamıyoruz kendimize, su gibi olduk girdiğimiz kapların şekillerini alıyoruz artık. Ve mutluyuz, bunu zamanın getirisi olduğuna inandırarak kendimizi...
     Dünya kanıyor her yerinden. Sağım solum acı, saklanmayan ölü...